Kuyder

Gençlik Yıllarım,Siyasi Hatıralarım-6

02-03-2014   23:34:18

         Hatıralarımı yazmaktaki amacım, küçük de olsa yaşadığım ve şahidi olduğum olayları, arzum ve heyecanım o'dur ki iyisini örnek alan kötüsünü de terk edecek akla sahip insanlara bir nebze de olsa hizmette bulunabilmektir. Aynı zamanda bu hatıralar Kuyulu tatlar köyü gençleri ve civar komşu köylerimizin ortak tarihine, yaşam koşullarına ışık tutar ümidi taşımaktayım.

        Her insanoğlunun başına garip olaylar mutlaka gelmiştir. Benim de başıma çok garip olaylar geldi. Bunlara üzüldüğüm ya da sevindiğim (övülmek) için değil ama hayatın bir imtihan alanı olduğunu öğrendiğim an bütün başıma gelen bu serüvenlere sadece bir gülümseme geldi içimden. Allah buyurur ki; "O Allah' ki, seni ( bir amaçla) yarattı, sana varoluş amacını gerçekleştirebilecek bir donanım  ve dengeli bir tabiat verdi." (İnfitar 7)

        Delikanlılık çağı, gerçekten insanın aklının başında olmadığı çağlar. Eğer bu delikanlılık çağında Allah korumasaydı, biz bu dönemi kolay kolay kazasız belasız atlatamazdık. Yetmişli yılların anarşik ortamında, bizim gibi köylü çocuklarını "ölürsem şehid, kalırsam gazi" dusturuna inandırılmış delikanlılar olarak pek ala heder (yok) olabilirdik. Kendi ülkemizde, kendi bayrağımızın dalgalandığı topraklarda, kendi mahalle ve sokaklarımızda korku hakim olmuştu. Bir Şehir'den başka bir Şehir'e zorunlu olmadıkca kimse gitmek istemiyordu. Hele bir de gideceği şehir düşüncelerine tezat sa (zıt ise) peşinen kendini gitmemeye şartlandırıyordu. Böyle bağımsız bir ülke olabilir mi? Böyle bir ülkeyi yönetenleri ancak ihanet içinde olduklarını düşünebiliriz. İlim ve bilim adamları, din alimleri ve bütün toplumun ileri gelenleri başını kuma gömmüş durumdaydılar. Her siyasi grup ülkeyi kurtarmak için mücadele ediyordu. Her grup kendine bir düşman grup oluşturmuş ve bu düşman grubu yok etmek istiyordu.

        İmam olarak görev yaptığım bir köyde, dayı ile yeğen arasında siyasi bir tartışma oluyor. Dayı solcu yeğen de milliyetci (ülkücü), Ülkücü yeğen elindeki havluyu dayısının boğazına dolayor ve sıkmaya başlıyor. Çevreden koşup gelenler ölmek üzere olan dayıyı zor kurtarıyorlar. Böyle bir durum harp meydanında bile olmaz. Değerlerini kaybetmiş, aklını yitirmiş ve önünü göremez bir toplum haline gelmiştik.

     Bir başka örnekte köyümüzden anlatayım; Yanılmıyorsam 1978 yılı idi, köyümüze bir öğretmen atanmış, gelmeden önce köyde kimi göreceğini, kimlerle beraber olacağını mensup olduğu siyasi görüşten ya da tanıdığı kişilerden bilgi alıyor. Bu gelen öğretmen de topal Reis'i soruyor ve onun misafiri oluyor. Bir yaz günü biz de köyde tatili geçiriyorduk. Bu haber köyde, Orta okula "akıncı" bir öğretmen geldiği şeklinde duyuldu. Reis'in evine gittik. Öğretmenle tanıştık. Köyde kısa bir tur attık. Köyümüz hakkında kafasında şüpheler vardı, onu dağıtmaya çalıştık.

 

        Hayri abinin çalıştırdığı orta kahvede otururken, Reis ile birlikte öğretmen içeri girdi. Öğretmen de telaş ve korku hissediliyordu. Reis dedi ki, "Hoca'yı ikna edemedim. Bugün istifa edecek." dedi. Biz de elimizden geldiği kadar iknaya çalıştık daha doğrusu  sebebini öğrenmeye çalıştık. Çok zorlayınca sebebini şöyle açıkladı. " Bugün okula giderken biri bana çok ters baktı ve ben bu köyde duramam" dedi. Biz, bizim köyde Öğretmene  art niyetle, kötü gözle kimsenin bakmayacağını uzun süre iknaya çalıştık. Sonra Reis bana dedi ki, "İlhan, sen hocayla bir dolaş bakalım kimmiş acaba" dedi. Ben de hoca ile dolaşırken, Necmi Eski'yi gördü ve "bu arkadaş" dedi. Necmi'nin senin düşündüğün anlamda bakmadığını onun yapısından kaynaklanmış olacağını izah ettik. Reis ve diğer arkadaşlar da Necmi'nin kimi akrabası olduğunu, kimi arkadaşı olduğunu, uzun bir anlatı sonrası ikna edebildik. Bu Öğretmen arkadaş bizim köyde çok uzun süre kaldı. Müslümanların yaşadığı toplumlarda en önde gelen mal ve can güvenliği yitirilmişti. Herkes de bir korku telaş başlamıştı. Radyo ve Televizyon haberleri adeta savaş haberi verir gibi yurttan haberler veriyordu.

        Köyümüzün Orta okulunda katip olarak çalışan Tarık bey vardı. Şimdi ki Asım amcanın dükkanın olduğu yerde otururdu. Aslen Derinkuyu'lu idi. Bazen akşamları yanına oturmaya giderdik. Fikir ve düşüncesi ile hal ve tavırlarıyla ülkücülüğü benimsemiş bir arkadaştı. Bazı akşamları yanına oturmaya giderdik, kendisine gelen ölüm tehditlerini bize gösterirdi. O kadar dehşet yazılardı ki okurken benim bile tüylerim diken diken olurdu. Oturduğu yere kapının altından atarlarmış. Ben hiç bir zaman bizim köylülerin olabileceğine inanmadım. Ama yine de bir sır gibi tarihin tozlu sayfalarında kaldı gitti. Tarık bey'le siyasi tartışmalarımız olurdu. Bize Necip Fazıl Kısakürek'in Rapor bir,iki diye devam eden kitaplarını gösterir oradan Necmettin Erbakan'ın yaptığı yanlışları okurdu.  1977 seçimleri öncesi, Erbakan ile Necip Fazıl'ın arası fena açıldı. 12 ciltlik Erbakan'ın yalanlarını ve siyasette yanlışlarını anlatan "rapor" adlı kitapları peş peşe çıkıyordu. O günkü milliyetçilerin en çok satın aldıkları kitaplardı. İkisini de yakınen tanıdım. Necip Fazıl Kısakürek ile Eminönü'nden MTTB (Milli Türk Talebe Birliği)'ne kadar üç kişi ile birlikte yol yürüdük. Yanımda ki üstad'a sordu, "Üstad, senin raporları ülkücüler okumuyor." dedi. "Ben de biliyorum okumadıklarını" dedi. Aşırı sinirli ve yaşı bir hayli ileri olmasına rağmen dinç görünüyordu. Erbakan ise Üstad'ın tam tersi yumuşak huylu ve güler  yüzlü idi. Allah ikisine de Rahmet etsin.

        Tarih tekerrürden ibaretmiş. Gerçekten de öyle, İslam coğrafyasında (Osmanlı da) İttihat ve terakki cemiyetinin başlattığı huzursuzluk tam bir asırdır değişik adlar altında devam ediyor. Yüz yıldır Batılılar soyguna devam ederken, Müslümanlar birbiri ile savaşıyor. Enerjilerini boşa tüketiyorlar. Bunun bir de ahirette hesabı olacak. Allah, aklımızı başımıza getirsin inşaallah.

 

İlhan POYRAZ

02,03,2014

Pendik

 

kuyder.com

 

Yandex.Metrica